12 Ocak 2017 Perşembe

Ne Yiyorsak Oyuz, O Yüzden Mi Zehir Saçıyoruz?


Doğal yiyecek, doğal yiyecek diye diye bir hal olduk. 
Önce Mono Sodyum Glutamat'ı duyduk. (MSG veya E621). Yiyeceklerin içerisindeki tadı öne çıkartmakla kalmayıp tat almamızı sağlayan bezlerin salgısını arttırdığı, illüzyon tatlar yaratıp beyin kimyamızla oynadığı, - Alzheimer's ve Parkinson'a sebep olabileceği -, retina dejenerasyonu (hasarı) yarattığı, - glukom'a, göz tansiyonuna yol açabileceği - iddia edilince iyice tırstık. 

Soya sostan, cipslerden vazgeçelim dedik. (Çocuklar - hele büyümüş, yetişkin olmuş çocuklar - geçmiyorlar tabi kolay kolay. Onlara laf da geçmiyor üstelik...)


Sonra aspartam ve mısır şurubu derken, ipin ucu iyice kaçtı. Ne yiyeceğiz ki şimdi biz?

Çernobil patladığında, o telaşla ve endişeyle çocuk doktorumuza sormuştum, "Şunu verme diyorlar, bunu verme diyorlar, siz ne dersiniz?" diye. "O zaman hiçbir şey vermeyin," demişti.

Dondurma, meyveli yoğurt, konserveler, bisküvi, gofret, çiklet (ki bütün çikletler şekersiz, aspartamlı herhalde...), bulyonlar, hazır çorbalar diye sıralamaya başlayınca yiyecek pek bir şey kalmıyor gerçekten de... Kimi uzman paketlenmiş, raf ömrü uzun olan şeylerden uzak durun derken kimileri de televizyonda reklamı varsa no-no diyor... 


Yani paketten çıkanı alma:



Kendin yap diyorlar:


İmkanı olan, zamanı olan çoğu şeyi evde yapmaya başladı, doğru. Yoğurt, ayran, et suyu, salça ve ketçap yerine domates sosu, pek sağlıklı sayılmayan ama en azından kimyasal içermeyen ev yapımı kekler, kurabiyeler. 

İyi hoş da hepsi zaman istiyor, her işi bırakıp aşçı mı olacağız hepimiz? Veya, olmak istesek bile sabah 9 akşam 5 çalışan birine mesela, 3 saat et suyu kaynat, bilmem kaç saat yoğurdun mayalanmasını bekle desek, "Ne diyorsun sen, marketten hazır yoğurdu bile koşarak alıyorum," demeyecek mi? 



Böylesi tabi ki çok güzel de...

Yapılabilir şeyler var, yapılamayacak şeyler var... En basiti güvenilir yerlerden alışveriş yapmak, üreticiyi mümkünse tanımak ve market ürünlerini de seçmeyi öğrenmek gibi geldi bana... 

Mesela yoğurt. En iyisini bulmak yetmiyormuş, son kullanma tarihine bakmanın yanında içine konulduğu kabın sağlıklı olup olmadığını da kontrol etmemiz lazımmış. Cam kapta bulursak ne ala... Plastikteyse, o zaman bir kaldırıp altına bakmalıymışız, plastiği de uygun mu diye... 

Bu konunun detayları için Şikayetvar yöneticisi Dr. Ömer Deveci'ye kulak verelim: 

"Plastik ürünler 1'den 7'ye kadar numaralandırılıyorlar. Alacağınız ürünün plastik kabının altındaki numaraya bakın. Numara varsa kolay, ama yoksa aman dikkat. Genellikle yoğurt kaplarında 5 rakamı vardır. 5 poliproplendir ve zararsızdır. Şişe kapakları, içecek kamışları, biberon, yoğurt kapları poliproplendir. 3, 6 ve 7 nolu plastikten uzak durulmalı. Bunlar zararlıdır."



Bu üç oktan oluşan üçgenler geri dönüşüm işaretleri. 

1-PET veya PETE Polietilen: Su ve alkolsüz içeceklerin ve yağların konduğu pet şişeler. Zararsızdır.

2- HDPE Yüksek Yoğunluklu Polietilen: Detaerjan ambalajları ve pet süt şişelerinde kullanılır. Zararsızdır.

3- PVC Polivinil Klorid: Streç folyo, zemin malzemesi, duş perdeleri, şeffaf ve kabartmalı plastik ambalajlarda kullanılır. Zararlıdır!

4- LDPE Az Yoğunluklu Polietilen: Kuru temizleme ve çöp torbaları, yemek saklama kaplarında bulunur. Zararsızdır.

5- PP Poliproplen: şişe kapakları, içecek kamışları, biberon, yoğurt kaplarında vardır. Zararsızdır.

6- PS Polistiren:Yemiş paketleri, plastik bardak-tabak, marketlerde kullanılan köpük tabak, hazır paket fast food ürünlerde kullanılır. Zararlıdır!

7- Diğer: Bunlar 1'den 6'ya kadar kullanılan plastiklerin dışında kalanlardır. Yemek saklama kapları ve bazı pet şişelerde kullanılır. zararlıdır!!

3, 6 ve 7 nolu plastik kaplar içinde ambalajlanmış gıdalardan uzak durmak gerekir.."

Plastikleri hallettikse, sonrasında da, o çook küçük yazılmış etiketlerdeki içeriklere bakmadan almamak lazım..

E 221 Sodyum Benzoat, E 951 Aspartam, E 952 Siklomat ve E 621 MSG'yi görünce biraz itinalı olmakta fayda var. Kırk yılda bir yiyorsak sorun olmayabilir de, sık sık ve çok miktarda yediğimiz ürünlerin bunları içermemesi iyi olur herhalde.. 

Çocuklara da en azından gönüllü olarak bunları almayabiliriz belki...

Gün geçtikçe her yere AVM'ler, büyüük büyüüük marketler açıladursun, biz eski usul manavımıza, kasabımıza, köşedeki bakkalımıza daha sıkı sarılır olduk... Köyümüz olsa, köyümüze gideceğiz ama yok işte...

Köyü olanlardan, köyünün üretimini paylaşmak isteyenlerden de Allah razı olsun.


Yeni tanıdığım Tipi hanım da bu gönüllülerden biri. 40 yaşında, kimya mühendisi. Bilgi İşlem sektöründe 13 yıl çalışıp iki çocuğundan sonra istifa edenlerden... "Biz yediğimiz her şeyi köyümüzden alıyoruz," dediği köyleri Bursa İnegöl Turgutalp köyü... Her hafta köyünden bizlere de teslimat yapıyor. Yumurtaları, balı, salçayı ve tereyağını çok beğendim ben... 

 İşte tereyağım:

  
Ve yumurtalarım:


Farkı gördünüz değil mi? Hiçbiri birbirine benzemiyor..

Siz de göz atmak isterseniz: 


Benim için bundan sonraki adım, "köyüm" diyebileceğim bir yere sahip olmak gibi görünüyor... Çakma köylü olacak da olsak, bir yerden başlamak lazım... Ben her yere kolayca alışırım...

*Yuva kalbinizin olduğu yerdir.

Bu arada tedirgin olduğunuz ürünler varsa, her zaman bir numuneyi test ettirebilirsiniz. Danıştığım Gülden Kılınç, pestisit analizi yaptırın diyor... Ürünün içeriğine bağlı olarak MSG, aspartam, asesülfam k, sorbik asit, benzoik asit, ticari glikoz gibi analizler yapılabiliyormuş. Mısır şurubu analizi yokmuş, onun yerine ticari glikoz bakıyorlarmış.  Aspartam ve asesülfam k da şeker yerine konulan tatlandırıcılarmış. Soya lesitini ve E kodlu katkılar da doğallığın bozulduğunun göstergesiymiş.

Geçen gün tadına baktığım kirazın çok acı gelmesi üzerine bütün gün akar su altında bırakmıştım. Su ilaçtan arındırır mı bilemedim ama, Gülden "meyve ve sebzeleri sirkeli suda bırakmanın pestisit varlığını yok ettiği söylenir ama ne kadar doğrudur bilmiyorum, bilimsel bir kanıt görmedim henüz" dedi. Ancak, yeşilliklerin üzerinde bulunan kumlar, böcekler sirkeli suda hemen kendini bırakırmış. Ama sirke de market sirkesi olmasınmış tabi... 



Kimse müdahale etmese de 
doğamızı yaşasak, doğal olanı yesek, 
bunun için özel çaba gerekmese 
ne iyi olur...